Portre: Restorasyon Gurusu Erhan Uludağ
İşte bu hakikatin peşine düşenlerin yolu, kimi zaman "Mahmûd" ketebeli bir yazma eserle, kimi zaman tarihi bir medresenin cümle kapısıyla kesişir. Bu kesişimlerin tam ortasında, geçmişin i
İşte bu hakikatin peşine düşenlerin yolu, kimi zaman "Mahmûd" ketebeli bir yazma eserle, kimi zaman tarihi bir medresenin cümle kapısıyla kesişir. Bu kesişimlerin tam ortasında, geçmişin izlerini bugüne taşıyan mütevazı bir isim bulunur: Erhan Uludağ.
Kendisiyle ilk tanışmamız, Kâğıthane'de mahzun bir camiinin haziresinde rüzgârın ve kuşların eşliğinde olmuştu. Elinde eskimez bir kitabı tutuyordu. Gözleriyle dokunduğu her çatlak, zihninde birer tarih şeridi gibi çözülüyordu. O an anladım ki bu genç, sadece maddi malzemenin değil, manevi derinliğin de restoratörü olacak!
Sanatın Sessiz Hizmeti
Beyoğlu-2025
Aradan 33 yıl geçti. Bugünkü zamanda Erhan Uludağ, yalnızca bir restoratör değil, aynı zamanda bir hafıza hâdimi. Geçmişin estetik ruhunu sabırla çözen, her bir ayrıntıya adeta bir dua gibi yaklaşan bu mütevazı usta, eserleriyle konuşmak yerine, eserlerini konuşturmayı tercih eden bir restorasyon gurusu.
Onun restorasyon anlayışı, endüstriyel bir işlemden çok, ahlâkî bir edep dairesinde şekilleniyor. "Yarayı sararken iz bırakmamak gerekir," derken, aslında hem nesneyle hem ruhla kurduğu ilişkiye atıf yapıyor. Sadece kubbeleri, çinileri, ahşap mihrapları değil; o eserlerde saklı niyeti; vakfiyenin ruhunu, duaları ve zamana yazılmış hüznü de onarıyor.
Ustalığın Kökleri
Manastır, Preze, Tokat ve İstanbul… Bu dört sembol şehrin sessizce anlatmaya devam ettiği hikâyelere kulak veriyor Erhan Uludağ. Birlikte adımladığımız heybetli kale duvarlarının üzerinden Preze ovasına dikkatlice baktığında Selçuklu yapı mirasının sessiz çığlıklarını işitiyor; Osmanlı külliyelerinin ahşap tavanlarında yankılanan ney sesine kulak kabartıyor.
Bana bir keresinde şöyle demişti: "Restorasyon, bir şeyin eski halini kopyalamak değil, onu ruhuna uygun biçimde ihya etmektir." Bu cümle, onun yalnızca zanaatkâr değil, aynı zamanda irfan sahibi biri olduğunun da işareti.
Tecrübeyle Yoğrulan Emek
Erhan Uludağ, 1990'ların ortasından bu yana birçok cami, türbe, medrese, han, hamam vb. restorasyonunu üstlendi; birçok tarihi yapı, biiznillah onun ve ekibinin marifetli elleriyle yeniden hayat buldu! Ancak o, yaptığı işin ismini çok az yerde zikrediyor. Tıpkı eski ustalar misali "İş, bilenin; söz, görenin" dercesine...
Bir hüküm cümlesi: Erhan Uludağ'ın Restorasyon ve konservasyon temasının en derin yansıması, sadelik ve tevazu üzerine... Sanatkârı değil, sanatı öne çıkarmayı prensip edindi çünkü. Bunun içindir ki onun adı, sıkça anılmasa da eseri yaşayan her taşta, işçilikle yoğrulmuş her nakışta sessizce var oluyor!
Mütevazı Bir "Zanaat Şahsiyeti"
Bugün mimari uygulamaların birçok dalı popülerleşmiş, hatta ticarîleşmiş keyfiyette. Ama restorasyon hâlâ sabır ve sadakat isteyen bir hizmet sanatı... Erhan Uludağ ise bu hizmetlerin sessiz ama kararlı neferlerinden biri…
Onunla konuşurken, asıl meselenin teknik değil, emanet bilinci olduğunu hissedersiniz. Çünkü onun için her taş, her ahşap parçası, her boya katmanı bir emanet... Bu emaneti devralırken gösterdiği rikkat, aslında bir sanat ahlâkının ve gönül terbiyesinin izdüşümü...
Erhan Uludağ, yurtiçindeki ve yurtdışıdaki mimari restorasyon projelerinde mimarî sanatlara emek verenlerle aynı safta dururken, adını onların yanına nadiren yazılan bir sembol isim. O, sanatın görünmeyen ama en kıymetli cephesinde, koruyuculuk ve ihya etme mükellefiyetini omuzlayan mütevazı bir öncü…
Ve biz, onun gibiler sayesinde geçmişimize bugünden bakabiliyor, sanatın sessiz dualarını yeniden işitiyoruz.
Zamanın Nabzını Taşta Dinleyen Adam: Erhan Uludağ
Bazı insanlar vardır, vakti gelince bir işe başlarlar. Bazılarıysa vakitleri eski zamanlara bağlı yaşar; elleriyle değil, kalpleriyle iş yapar. Erhan Uludağ, ikinci gruba mensup bir restorasyon gurusu. O, zamanla dost olmuş, taşla kelâm etmiş, duvarların sesini duymuş bir mütehassıs değil; bir derviş sabrıyla eserlerin kalbini onaran, geçmişin nabzını bugüne taşıyan bir mimar-derviş.
1973 yılında Karacabey'de dünyaya geldi. O, taşın, toprağın ve kubbenin altında bir medeniyetin miras bıraktığı sessizliği duyanlardan. Henüz genç bir uzmanken, mukarnasların, kitâbelerin ve Edirkenârî kapıların hikâyelerine kulak kesildi. Kalemini teknik çizim için değil; ecdadın eserlerine sadakatle imza atmak için kullandı.
Cami, mescid, türbe, medrese, dergâh, kütüphane, sebil ve çeşme… Her biri bir devrin aynası, her biri bir hikâyenin sesi… Uludağ, bu kadîm yapıları yalnızca restore etmedi. Onları yeniden gönül lisanıyla konuşur hâle getirdi.
Nalçacı Halil Dergâhı'nda zikir halkasının ihtişamını; Kariye Camii'nde mozaiklerin suskun ahengini; Ağa Camii'nin mihrap sessizliğini ve Preze Kale Camii'nin Balkanlara uzanan rüzgârını işitti. Her yapıda bir zaman kırılması yaşadı. Her duvarda geçmişin sıcak izini aradı.
O, restorasyonu bir meslek olarak değil; bir emanet olarak gördü.
"Tarihi eserler ancak gerektiğinde, özellikleri muhafaza edilerek tamir edilirse yaşar" dedi.
"Ve bu da, işin ehliyle, sabırla, aşk ile olur…"
Uludağ'a göre bir taş yanlış yere konursa, bir cümle yanlış kurulmuş olur. Yanlış söylenen cümle ise nesilden nesle aktarılamaz. O yüzden her projede önce sustu, dinledi, araştırdı. Rölöve bir tür ibadetti onun için. Restitüsyon, bir duanın şekillenmesiydi. Restorasyon ise hem aklın hem kalbin işiydi.
Bugüne kadar 150'ye yakın eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladı. Kimi zaman bir Osmanlı un fabrikasında medeniyetin iş disiplinini aradı, kimi zaman taş bir duvarın dibinde oturup o yapının ne zaman, nasıl ve niçin inşa edildiğini çözmeye çalıştı.
Kariye Camii onun için mücerred bir ibadethane değil
Restorasyon projesini alnının akıyla tamamlamaya muvaffak kılındığı Kariye Camii onun için mücerred bir ibadethane değil. İstanbul'un ruhunu taşıyan, geçirdiği her dönemle bir çağın izlerini saklayan bir hazinedir. Orada yaptığı araştırmalarda kadim yapının geçirdiği tüm tarihi evreleri, iklim şartlarını, şehir baskılarını inceledi. Her bir çizimi, her bir analiz raporunu, ilmin estetikle buluştuğu bir sanat tablosuna dönüştü. Ve günün sonunda hep aynı hissiyatı taşıdı: "Bu eserler bize ait değil; biz bu eserlere aidiz. Onları onarmak, geçmişin ellerini bugünün yüreğine uzatmaktır."
Erhan Uludağ hâlâ yazılmamış bir medeniyet hikâyesinin sessiz kalemi... Her taşı yerli yerine koyarken, sadece bir yapıyı değil, bir hafızayı da ayağa kaldırmanın telaşında. Ona göre mimarlık; malzeme, ölçü, çizgi işi değil sadece… Aynı zamanda sadakat, tevazu ve vefâ işi; asliyet ve terkip şuuru…
Bu satırları yazarken muhatabımız taşla konuşmaya, zamanla dost olmaya ve geçmişi bugüne bir dua gibi taşımaya devam ediyordu!
İbrahim Ethem Gören 17.07.2025 Yazı No: 676
Kültür Sanat, Okmeydanı, Uludağ, Yaşam, Son Dakika
Son Dakika › Kültür Sanat › Portre: Restorasyon Gurusu Erhan Uludağ - Son Dakika
Benzer Haberler
Dede Korkut Türbesi'nde Anma Töreni
İncili Gastronomi Rehberi 2025'e Hazırlanıyor
Ezanı Güzel Okuma Yarışması Finali Diyarbakır'da
Şeyh Ahmet Siyahi ve Hicabi Anma Programı
Ezan Yarışmasında Bölge Finalleri Sonuçlandı
Kayseri'de Yeni Bir Camii İnşaatı: Muhittin Birdal Camii
Antik Parion'da Kazı Çalışmaları Devam Ediyor
Türk Dilini Yüceltmek İçin Protokol İmzalandı